NUMARALI
HADİS-İ ŞERİF:
حَدَّثَنَا
مُحَمَّدُ
بْنُ كَثِيرٍ
أَخْبَرَنَا
سُفْيَانُ
عَنْ هِشَامِ
بْنِ
عُرْوَةَ عَنْ
عُرْوَةَ
عَنْ
زَيْنَبَ
بِنْتِ أُمِّ
سَلَمَةَ
عَنْ أُمِّ
سَلَمَةَ
قَالَتْ
قَالَ رَسُولُ
اللَّهِ
صَلَّى
اللَّهُ
عَلَيْهِ وَسَلَّمَ
إِنَّمَا
أَنَا بَشَرٌ
وَإِنَّكُمْ
تَخْتَصِمُونَ
إِلَيَّ
وَلَعَلَّ
بَعْضَكُمْ
أَنْ يَكُونَ
أَلْحَنَ
بِحُجَّتِهِ
مِنْ بَعْضٍ فَأَقْضِيَ
لَهُ عَلَى
نَحْوِ مَا
أَسْمَعُ مِنْهُ
فَمَنْ
قَضَيْتُ
لَهُ مِنْ
حَقِّ أَخِيهِ
بِشَيْءٍ
فَلَا
يَأْخُذْ
مِنْهُ شَيْئًا
فَإِنَّمَا
أَقْطَعُ
لَهُ
قِطْعَةً مِنْ
النَّارِ
Ummü Seleme'den,
demiştir ki: Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
"Ben ancak bir
insanım. Siz davalarınıza bakmam için bana müracaat ediyorsunuz. Bir kısmınız
(hakkı savunurken) delilini ifade etme hususunda bir kısmınızdan daha güçlü
olabilir, ben de ondan dinlediklerime göre hüküm veririm. Binaenaleyh ben (bu
şartlar içerisinde) herhangi bir kimse için kardeşinin hakkı olan bir şey'in
verilmesine hükmedersem o kimse bu şeyi almasın. Çünkü ben (bu şekilde verdiğim
hükümle) ona ateşten bir parça kes(ip ver)mişim
(demek)tir.”
İzah:
Buhari, şehâdât, hayt,
ahkâm; Müslim, akdiye; Ebû Dâvûd, edeb; Tirmizî, ahkâm; Nesâî, kudât; İbn Mâce,
ahkâm; Muvatta, akdiye; Ahmed b. Hanbel, II, 332, VI, 203, 290, 307, 308, 320.
Metinde geçen "Çünkü
ben (bu şekilde verdiğim hükümle) ona ateşten bir parça kes (ip ver)mişim
(demek)tir" cümlesinden murad; eğer zahire göre verdiğim hüküm bâtına ve
gerçeğe uymazsa böldüğüm şey ona haramdır, kendisini cehenneme götürür
demektir. Burada şöyle bir sual hatıra gelebilir: Bu hadisin zahirinden
anlaşıldığına göre, Peygamber (s.a.v.) bazen zahiri bâtına muhalif hüküm
verebilir; halbuki usûl-i fıkıh âlimleri ittifakla, onun ahkâm babında hata
üzerine hüküm ikrar etmeyeceğini ve hükümlerinin terk edilemeyeceğini
söylemişlerdir.
Buna şöyle cevap
verilir: Bu hadisle usûl-i fıkıh kaidesi arasında çelişki yoktur. Çünkü usûl-i
fıkıh âlimlerinin muradları; Rasûlullah (s.a.v.)'ın kendi içtihadı ile verdiği
hükümlerdir. Hadis-i şerifte bahsedilen hüküm ise icti-hadla değil, yemin ve
şahid gibi bir beyyineye istinadan verilen hükümdür. Böyle bir hüküme hata
denilmez. Hüküm teklif-i ilâhîye göre verilmiştir; ve sahihtir. (Bu husustaki
teklîf-i ilâhî, iki şahidin dinlenmesi gibi şeylerdir. Şahidler yalancı iseler
vebal de onlara ait olur. Hükümde bir kusur yoktur.)
Rasûlullah (s.a.v.):
"Ben ancak birinsanım"-buyurmakla, insanlık haline tenbihte
bulunmuştır. İnsan gaybı ve hâdiselerinin sırlarını Allah Teâlâ bildirmedikçe
bilemez. Nebi (s.a.v.)'e de, sair insanlar gibi zahire göre hüküm vermek
caizdir. Hükümlerin sırlarını ancak Allah bilir. O halde zahire göre şahit ve
yemin gibi beyyinelerle hüküm verir. Bu hüküm sirr-ı ilâhiye muhalif olabilir;
fakat o ancak zahire (yani eldeki delile) göre hüküm vermekle mükelleftir; ta
ki bu hususta ümmeti de ona tâbi olsun.
"Herhangi bir
kimse için kardeşinin hakkı olan bir şeyin verilmesine hükmedersem..."
ifadesindeki (müslüman) kardeşinin tabiri, ihtirazi bir kayd değil, ekseri
hallere bakılarak söylenmiştir. Yoksa bu hususta zımmi, muâhid ve mürted gibi
kâfirlerin malları da müslümanın malı gibidir.
"Onu (İsterse)
üzerine alsın; yahut (dilerse) terketsin" cümlesinden maksad, muhayyerlik
değil, tehdittir. Bu cümle, "İsteyen iman etsin, isteyen de küfür"
âyet-i kerimesine benzer. Mezkûr âyetten murad tehdittir.